Türkiye'de 14 Mayıs'ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimleri için mücadele eden iki kutbun – Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı’nın seçim kampanyası en belirleyici aşamaya girdi ve her iki taraf da gelecek planlarını masaya yatırıyor. İktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan, imzaladığı mega projelere ve elde ettiği birçok başarıya güveniyor. Bugüne kadar verdiği sözlere sadakati, güç ve kabiliyetlerini gerçeğe dönüştürebilmesi, Türk kamuoyunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a ilişkin gerçek algıları oluşturdu. Ancak "Millet İttifakı’’nın adayı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu şuana kadar iktidara gelmediği, devlete ve halka hizmet etmediği, hakkında görüş birliği olmadığı için faaliyetlerini değerlendirmek için ciddi bir dayanak yok diyebiliriz. Bu açıdan bakıldığında Kılıçdaroğlu'nun ekonomik ve sosyal refah ve güzel günler vaatlerine inananların sayısı oldukça fazla, fakat bu kişinin sözlerine inanmayanların sayısı inananlardan bir hayli fazla. Özellikle, bahsi geçen şahsın son günlerde vermiş olduğu çelişkili demeçler kendisiyle ilgili toplumda ciddi tereddütler oluşturmakta. 

Gerçek şu ki, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından yazıldığı topluma çoktan belli olan Millet ittifakı’nın Şubat ayında yayınlamış olduğu 244 sayfalık "Ortak Mutabakat Metni" belgesi Türk kamuoyunda oldukça ciddiyetsiz bir metin olarak görülüyor. Zira, Ortak Mutabakat Metni’nin hiçbir maddesi orijinal değil ve burda yeni hedefler asla belirtilmedi. AKP'nin 2002'de açıkladığı Seçim Beyannamesi'ndeki maddelere dayanılarak geliştirilen belgenin metni içerik olarak aynı, biçim olarak farklı. Hedeflenen önceliklerin büyük bir kısmı Erdoğan hükümeti tarafından iktidar yıllarında birebir uygulanmış durumda. Böylece hukuk ve yargı, kamu yönetimi, yolsuzlukla mücadele, şeffaflık ve denetim, ekonomi, finans ve istihdam, bilim ve eğitim, girişimcilik ve dijital dönüşüm, sosyal politika, dış politika, savunma ve güvenlik gibi ana maddelerin büyük çoğunluğu AKP tarafından yerine getirildi. Millet İttifakı, belgenin ekonomik ve sosyal politika maddelerine sadece 2 madde ekledi - yolsuzluk yoluyla elde edilen paranın ve yurtdışına çıkarılan dövizin iadesi.

Kamuoyuna yenilik olarak sunulan Ortak Mutabakat Metni'nde farklılık arzeden ana hususlar, çıkarlar bağlamında hazırlanan dış politika ve güvenlik, bölgesel işbirliği, demokrasi, insan hakları, seçim mevzuatındaki değişikliklerle ilgilidir. Bu maddelerdeki değişiklikler de Türkiye'yi milli mücadeleden ve belirleyici güç ülkesi olma hedefinden uzaklaştırmaya hizmet etmektedir. Böylece Batı ile bütünleşme, Türkiye'nin bölgedeki ulusal ve siyasi çıkarlarının Avrupa çıkarlarına tabi kılınması, askeri-siyasi projelerin reddi, İslami değerlerden uzaklaşma, Avrupa değerlerinin temel ilkeler olarak kabul edilmesi ve insan haklarının teminatı olmak üzere, aynı zamanda cinsel azınlıkların temsilcilerinin ve LGBTİ üyelerinin haklarının korunması, PKK ve HDP'ye siyasi ve sosyal haklar verilmesi, Türk dünyasına yönelik ulusötesi projelerin reddedilmesi ve bu gibi diğer maddeler Ortak Mutabakat Metni’nin "yeni önceliklerdir" diye biliriz.

AKP, Ortak Mutabakat Metni'nde yer alan ekonomik açılımların büyük bir bölümünü seçim öncesinde hayata geçirdiği için, o maddeler tarihin arşivlerinde çoktan yerini aldı. Örneğin, Erdoğan'ın Karadeniz'de gaz üretimine başlama planını bir peri masalı olarak nitelendiren ve iktidara geldikten sonra bu ekonomik projenin mümkün olacağını iddia eden Kılıçdaroğlu, 20 Nisan 2023'te Filyos’ta 710 milyar metre küplük dogalgaz altyapısının işleme konulmasının ardından sessizliğe gömüldü. Bir zamanlar Türkiye'nin milli TOGG otomobili, yerli tankını, askeri gemisini, milli uçağını üreteceği ile alay eden ve bunun AKP döneminde asla olmayacağını belirten Kılıçdaroğlu, AKP iktidarının hayata geçirği bu projeleri ekonomik açılımları arasına dahil etti. Veya devletin tarıma yaptığı sübvansiyon ve yardımlar, yabancı yatırımlar, ticaret, tarımda gümrük vergiler gibi ekonomik vaatleri Erdoğan zaten gerçeğe dönüştürüyor.

Yeni fikirleri ve programları olmadığı anlaşılan, AKP'nin açtığı yerden küçük ayak izlerini çalmağı marifet bilen Kılıçdaroğlu, şu sıralar seçim koşturmacasında Türkiye'nin gelecekteki ekonomik kalkınması ile ilgili vatandaşlara sadece vaatler vermekle meşgul.

Bunları şimdilik bir kenara bırakarak, seçim sürecinde Batı'nın bazı ekonomik araştırma gruplarının ve merkezlerinin Millet İttifakı lehinde kampanyaya katıldıklarına dikkat çekmek istiyoruz.

Batılı ekonomik araştırma grupları tarafından "Millet İttifakı"na verilen destek 

ABD'nin en büyük yatırım kuruluşlarından biri olan Goldman Sachs, Türkiye'nin finans ve bankacılık sisteminin çökmek üzere olduğuna dair yanlış bir algı oluşturmaya çalışıyor. Yüksek enflasyon ve Türkiye Merkez Bankası'nın ulusal para birimindeki keskin değer kaybı zemininde ülkenin zor bir dönemden geçtiğini hatırlatıyor. Goldman Sachs’ın değerlendirmeleri şu şekilde: "Önümüzdeki günlerde TL yüzde 13 değer kaybetmeli. Bu olmazsa, TL'nin sert bir şekilde değer kaybetmesini önlemek için ihracatı artırarak cari hesabı azaltmak gerekebilir. 2018-2019 yıllarında olduğu gibi benzer düzenlemeler olursa, ödemeler dengesi açığı ve cari açık genişleyebilir ve TL'nin daha fazla değer kaybetmesine neden olabilir. Cari açık gayri safi milli hasılanın yüzde 7-8'ine ulaşırsa TL yüzde 18 değer kaybeder."

"Goldman Sachs", görüldüğü üzere, mevcut mali yönetim devam ederse, yani Erdoğan yeniden seçimi kazanırsa doların Türk lirası karşısında şu anki 19,50 kurunun 22-23 kur aralığına çıkabileceği kampanyasını yürütüyor.

Bu düşünce, yanlış tahminlere dayanan açık bir spekülasyon ve Türkiye iktidarda kalırsa liranın hızla değer kaybedeceğini ve ekonominin kötüye gideceğini açıklayarak Erdoğan hükümetine güvensizlik yaratmak amaçlı dezenformasyondur. Amaç, vatandaşları ekonomik başarının iktidarı değiştirmekle elde edileceğine inandırmak ve muhalefeti güvene davet etmektir.

ABD'nin bir başka küresel finans kuruluşu olan "JPMorgan" da bir süre önce Türkiye'nin mevcut hükümetinin mali politikasını sorgulayan "tahminler" ortaya koydu. Kurum, Türkiye'deki yüksek enflasyonun ülkedeki sosyal yaşam üzerinde ağır bir etkiye sahip olduğuna ve tekrarlanan piyasa dalgalanmalarının arka planında uluslararası yatırımcıların yatırım programlarının önünde engeller oluşturduğuna inanmaktadır. Yani, kurumun kanısınca, eğer seçimlerden sonra ekonomi politikasında herhangi bir değişiklik yapılmazsa bu endişe verici durum devam edecektir. ABD dolarının Türk lirası karşısındaki kuru "güçlü ortodoks politika" senaryosunda 25 liraya, "ılımlı ortodoks politika senaryosu"nda ise 30 liraya yükselecek. Kaynak 1: bloomberg Kaynak 2: reuters

Bu "tahmin"den, bir lise öğrencisi bile, Türkiye'nin mevcut hükümetinin, ülkenin ekonomik durumunu iyileştirme yönünde değişiklikler yapamayacağı yargısına varabilir. "JPMorgan" bu gizli mesaj ve imalarla Türk seçmenine "ekonomi politikasında değişiklik istiyorsanız mevcut hükümete oy vermeyin" çağrısında bulunuyor.

Bir başka benzer algıoperasyonu Danimarka'nın önde gelen finans kurumlarının verilerinde görülebilir. Danimarka'nın en büyük finans birimi Danske Bank, Türkiye'de 14 Mayıs'ta yapılacak cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerine ilişkin yaptığı açıklamalarda, iktidardaki AKP'nin ekonomi politikasını eleştirerek doğrudan muhalefetin seçim propagandasına hizmet etme çirkinliğini gösteriyor. Örnek : "Son iki yılda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın geleneksel olmayan ekonomi politikaları Türk ekonomisini raydan çıkardı ve popülaritesini kaybetti. Muhalefetin kazanması durumunda Türkiye'de mali durumun istikrara kavuşmasını, para politikasının normalleşmesini, büyük faiz artışlarını ve liranın değer kazanmasını bekliyoruz. (kaynak)

Oldukça saçma ve üzücü bir tahmine dikkat edelim: "Danske Bank" baş analisti Minna Kusiston gerçek niyetini dile getiriyor ve muhalefetin zaferinin pek çok açıdan ekonomi politikasında ve ekonomik tahminlerimizde şüphesiz bir dönüm noktası olacağını vurguluyor. Hayır, Erdoğan kazanırsa Banka'nın tahminleri düşecektir. "Seçimden sonra hükümet değişmezse, piyasalarda ciddi bir değişiklik ve olumlu etkiler olmaz. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın para politikası ve piyasaların tepkisi faiz artışları ile izlenecek ve orta vadede lira önemli ölçüde değer kazanabilir.( kaynak)

İngiltere’nin ‘‘Standard Chartered" finans enstitüsü, hükümetin ekonomik büyüme teşviklerine ve mali teşviklere rağmen, mali sistemin baskı altında bozulacağını ve ulusal para biriminin değerinin büyük ölçekte kayıplar yaşacağını söylüyor. Türkiye'nin 2023 ekonomik büyüme tahminini yüzde 3'ten yüzde 2,5'e indiren bu kuruluş, "seçimlerin Türkiye için bir dönüm noktası olabileceğini" iddia ediyor ve yeni hükümetin ekonominin normalleşmesini sağlayabileceğini vurguluyor.( kaynak)

ABD’nin küresel yatırım bankası Morgan Stanley'in görüşünde de benzer siyasi bakışları görmek mümkün. Bu araştırma grubu, ekonomik bir analiz yapmak yerine, Türkiye ekonomisinin geleceğini doğrudan kendi siyasi çıkarları doğrultusunda manipüle etmeye çalışıyor.

Raporda, Recep Tayyip Erdoğan'ın seçimi kazanması durumunda finans ve bankacılık sektöründeki düşük faiz politikasının devam edeceği, finansal koşulların ve piyasa faiz oranlarının alternatif enstrümanlar ve bankacılık sektörü düzenlemeleri ile belirleneceği ve sözde bu durumun devam etmeyeceği belirtiliyor. Alıntı: "Mevcut koşullar altında, artan dengesizlikler nedeniyle 2023'ün son çeyreğinde döviz kuru ve dolar keskin bir şekilde yükselecek. Bu da Merkez Bankası'nın faiz oranlarını kısmen artırmasına neden olabilir. 2024 yılındaysa enflasyondaki artış ve buna bağlı yeni makro politika çerçevesine kadar bir durgunluk yaşanacaktır.’’

Bu yazının Ingilizce versiyonuna aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz

Western economic research groups campaign in favor of Türkiye’s Nation Alliance

Rapora göre, Kemal Kılıçdaroğlu'nu aday gösteren Millet İttifakı'nın seçimi kazanması halinde yıl sonunda finans sektörü ve iş dünyası için cesaret verici finansal istikrar sağlanacak ve Merkez Bankası ilk aşamada faiz oranını yüzde 30-35'e, yüzde 40-45'e çıkarabilir: "Bu durumda enflasyondaki hızlı düşüş sürecinin 2024'ten itibaren başlayacağı öngörülüyor. Ayrıca. ekonomik gerilemenin ardından 2024 yılının ikinci yarısından sonra hızlı bir toparlanma öngörülüyor” – diye raporda önemli hususlara yer veriliyor.

Görüldüğü üzere “Morgan Stanley”’in yaklaşımı tamamen siyasi gelişmelerle ilgili olup, Kılıçdaroğlu'nun cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda Türkiye'nin yeni bir ekonomik kalkınma aşamasına gireceği yönünde yanlış ve popülist tahminler yürütmeğe dayalıdır. Bu raporun kendisi doğrudan CHP'nin seçim kampanyasına hizmet etmektedir ve Erdoğan'a yönelik bir provokasyon senaryosu olarak değerlendirilebilir.

Millet İttifakı'nın yararına çalışan ve seçim kampanyasına hizmet eden bu tür ekonomik kurumların elimizde olan verilerinin sayısı bir hayli fazladır ve her birini ayrı ayrı sunmak uzun zaman alacaktır. Her birini özetlersek, hiç şüphe yok ki, aynı benzer senaryoya dayanacaklar. Çünkü hiçbirisi R.T. Erdoğan liderliğinde elde edilen başarılara değinmek istemiyor, Türkiye ekonomisinde yaşanan olumlu dinamikler hakkında tek bir cümleden veya bir rakamdan bahsetmeye bile kalkışmıyorlar.

Ancak bu kurumların öngörülerinin tam tersine

Türkiye'nin finans ve bankacılık sistemi, sosyal sektör gün geçtikçe daha da güçleniyor,

Türkiye ekonomisi 2022'de yüzde 5,6 büyüyerek Avrupa'nın en iyi büyüme oranını gösterdi. 2022'de GSYİH 15 trilyon 6 milyar 574 milyon lira oldu. Bu, ABD doları bazında yaklaşık 950 milyar dolar demek. (kaynak)

2023 yılı bütçe taslağına göre Devlet Bütçesinin gelir ve giderleri 4 trilyon 470 milyar TL, bütçe gelirleri ise 3 trilyon 810 milyar TL. Bu da dolar bazında 255 milyar dolar demek,

Türkiye'nin devlet bütçesi son 20 yılda yaklaşık 45 kat arttı,

AKP 2002'de iktidara geldiğinde bütçede 7,5 milyar lira olan eğitim harcamaları şimdi 435 milyar liranın üzerine çıkmış. Eğitime ayrılan para son 20 yılda 58 kat artırıldı.

2002-2023 döneminde, nüfusun sosyal gelişimiyle ilgili sosyal bütçe harcamaları 161 kattan fazla artarak 2002'de 1,6 milyar liradan 2023'te 258,4 milyar liraya çıktı. Sağlık sektörüne tahsis edilen giderler 45 kat artarak 15,5 milyar TL'den 696,8 milyar TL'ye çıktı.

2023 yılında küçük ve orta ölçekli işletmelere 11 milyar TL, tarıma 142,9 milyar TL, reel sektörü desteklemek için 145,4 milyar TL sübvansiyon aktarıldı. Devlet, vatandaşların elektrik ve doğal gaz kullanımı için yüzde 80 ve yüzde 50 oranında sübvansiyon sağladı. kaynak

Şu anda Türkiye'nin yıllık ihracatı geçen yıl yüzde 12,9 artarak 254 milyar 172 milyon dolara ulaştı. Ancak 2002 yılında ihracat 35 milyar dolardı, bu da ülkenin ihracat gücünün son 20 yılda 8 kat artması anlamına geliyor. kaynak

2002-2022 döneminde Türkiye'deki yabancı yatırım miktarı 240 milyar doları aştı. kaynak

AKP hükümeti son 20 yılda GSYH'yi 7 kat artırmayı başardı ve 150 milyar dolar olan GSYİH şimdi 1 trilyon dolara yaklaştı. Kişi başı GSYİH 2584 dolardan 10,7 bin dolara yükseldi. kaynak

Türkiye'de turizm ve sanayi sektörü son 20 yılda dünyada ciddi rekorlara imza attı. 2002'de 13 milyon olan turist sayısı 2022'de 50 milyon kişiye ulaşarak, bu alandan elde edilen gelir 8,5 milyardan 46,3 milyar dolara çıkmış ve Türkiye dünyanın en iyi 8 turizm ülkesi arasına girmeği başardı. kaynak

Türkiye'nin stratejik döviz rezervleri de son 20 yılda önemli ölçüde büyüyerek 122,5 milyar dolara ulaştı. kaynak 

Türkiye ekonomisindeki büyüme hızını 2022'de olduğu gibi 2023'ün ilk çeyreğinde de sürdürdü. Şubat ayında meydana gelen yıkıcı deprem sonucunda devletin ekonomik kaynaklarının yüzde 20'nin devre dışı kalmasına rağmen ülke ekonomisi 117.2 milyar TL yani 7 milyar dolar büyüdü. Bankaların ekonomik finansman kaynakları geçen yılın aynı dönemine göre 14 adet artarak 117,5 milyar TL'ye (7,5 milyar dolar) yükseldi. kaynak

Türkiye'de bankacılık ve para piyasasında ortaya çıkan sorunların, liranın değer kaybının ve dolar spekülasyonlarının arkasında Batı'nın olduğu unutulmamalıdır. Türkiye'nin ulusal para birimine karşı uygulanan yapay baskılar, "kur spekülasyonları" ve bu süreçte Türkiye'de belediye seçimlerinin arifesinde bile yerel hain finansörlerin ve onları kontrol eden yabancı yatırımcıların işbirliğiyle karşılaştık. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bunu defalarca dile getirdi. 2019 belediye seçimlerinde ise "Seçim arifesinde döviz oyunlarına katılanların kimliklerini biliyoruz. Ne yaptıklarını biliyoruz. Bu provokasyonların failleri bedelini ödeyecek. Hesap verecekler” sözleri bugün de geçerliliğini koruyor, Türkiye'de bazı büyük burjuvazi hâlâ Batı'nın oyunlarını oynuyor". kaynak

Bu açıdan yaklaşıldığında, yukarıda gösterdiğimiz eğilimler, aşağıdaki sonucu kesin olarak pekiştirmektedir:

1. Türkiye'nin ekonomik gücünün artması Batı'nın işine gelmiyor, çünkü Türkler ekonomik gücün siyasi gücün altyapısı olduğunu söylüyorlardı. Türkiye'nin zayıf ve ekonomik yönetiminin hakim olması ve özellikle finansal sistemin devasa küresel finansal piramitlerin elinde olması, uluslararası güçlerin siyasi taleplerinin ve emirlerinin kolay ve rahat bir şekilde kabul edilmesi anlamına gelmektedir.

2. Türkiye'nin ekonomik gücü, Avrupa ülkelerinin küresel pazarlarında ve büyük kıtalararası projelerde önemli aktör olması anlamına gelmektedir. Bu konuda Batı, Türkiye'yi zayıf ve bağımlı bir ülke olarak görmek istiyor.

3. Avrupa Birliği, Türkiye’nin Karadeniz’de, Akdeniz’de ve Marmara denizinde ve uluslararası boğazlarda söz sahibi olmasından endişe duymaktadır. Bunu, Rusya-Ukrayna savaşı sırasında Türkiye "buğday koridoru" ve diğer insani koridorları açtığında Batı'nın kaygı ve endişelerini açıkça izlemiş olduk.

4. Türkiye'nin Türk devletlerini birbirine bağlayan "Orta Koridor" otoyolunu inşa etmesi Batı'nın çıkarına değildir, çünkü Çin'den Orta Asya ve Kafkasya'daki Türki devletlerine ve Macaristan'a ulaşan devasa transit arter Doğu Avrupa'da Türk Devletleri Teşkilatı'na üye olmak, Türk coğrafyasının bir ailesi haline gelen devletle karşılaşmak, Türkiye'nin stratejik ittifak zemininde Avrupa ve ABD'nin çıkarına eğildir.

5. Türkiye ekonomisinin bel kemiği sanayi olup, sanayide savunma ve teknolojiler, otomobil, makine-inşaat sanayi sektörleri rekor kırmaktadır. Yakın gelecekte Batı, küresel pazarların Türkiye'nin eline geçmesinin endişesini yaşıyor.

6. "Dünya beşten büyüktür" kararlılığıyla Batı'ya yerini gösteren R.T. Erdoğan'ın imza attığı devasa projeler, Türkiye'nin Orta-Doğu Avrupa, Asya, Afrika, Orta ve Yakın Doğu, Güney Kafkas bölgelerine çıkışını amaçlıyor. Bu da dünya haritasının yüzde 30'undan fazlasına hitap etmek demektir. Bu siyasi realiteyse Batı'da kargaşaya neden oluyor.

Güçlü Türkiye’nin mimarı Recep Tayyip Erdoğan, saydığımız tüm bu gerçekleri ortaya çıkarmayı başarmış ve yeni projelerle daha ileriye taşımakta ısrar etmektedir.

Batı da bu durdurulamaz dalgayı ülkenin ulusal çıkarlarını feda etmeye hazır ve boyun eğmiş bir Türkiye'ye önderlik etmek isteyen Kılıçdaroğlu'nun "ittifakı" sayesinde yavaşlatabilir.

Son söz Türk milletinindir. Halk, 2002 seçimlerine "Tek başına, iş başına" sloganıyla giden Adalet ve Kalkınma Partisi'ni seçti. Aradan 21 yıl geçmesine rağmen Erdoğan'ın bu onurlu ve görkemli sloganı sarsılmadı, Türk milletinin işinin başında olan Cumhurbaşkanı’nın bu sloganını bir kez daha sahipleneceğine şüphemiz yok.