Arama

Select theme:

“Nizami Gencevi`nin Kürt şairi ve bilgesi olması” iddiası sahte

Geçtiğimiz günlerde Rudaw Türkçe sitesinde ''Büyük Kürd şairi ve bilgesi Nizami Gencevî'' isimli bir makale yayınlandı. İsmet Yüce imzalı makalede Azerbaycan şairi ve düşünürü Nizami Gencevi'nin Kürd şairi ve bilgesi olmasıyla ilgili iddialar dile getirildi.

Faktyoxla (Teyit) iddianın doğru olup olmadığını araştırdı.

Öncelikle son dönemlerde Nizamiyle alakalı çok önemli bir yeni gerçeğin ortaya çıkması herşeyin kökünden değişmesine neden oldu.

Bunun dışında, son dönemlerde konunun açıklığa kavuşturulması açısından ortaya çıkan yeni bir gerçek, konuya yaklaşımın kökünden değişmesine neden olmuştur. Şöyle ki, Azerbaycan`da Nizami üzerine araştırmalar yürüten yeni nesil araştırmacılardan Hürnise Beşirova, Türkiye'deki Topkapı Sarayı'nda muhafaza edilen Nizami Gencevi'nin "Leyla ve Mecnun" adlı eserinin kadim elyazısı üzerinde çalışmış ve bu güvenilir nüshada "Kürt kızı anam da bizi terketti”- beyitlerinin bulunmadığını tespit etmiştir.

Dolayısıyla bu uydurma beyitlerin daha sonraki dönemlerde Nizami'nin eserine eklendiği ve şairin annesinin Türk kökenli olduğu iddiasının çarpıtılmasına zemin hazırladığı anlaşılmıştır.  

Nizami Gencevi'nin dedesi Zeki Muayyeddin, aslen Oğuz Türklerinin Bozok kolundan gelen ünlü Türk beyzadelerinin soyundan gelmektedir. Gence'de din adamı ve Selçuklu sarayına yakın bir kişi olan ve "Muayyed-din" (Allah tarafından dinde güçlendirilen ve desteklenen) unvanıyla ödüllendirilen bu kişinin kimliğini incelerken ünlü oryantalist Rüstem Aliyev`in, İslami isim ve unvanlara dayanarak "Muayyed-din" ismine verdiği tanımda, "ed-din" ve "fid-din" veya "billah" unsurlarıyla biten lakapların yalnızca din adamlarının karakteristiği olabileceğini yazıyordu. Ancak bu unsurlar Nizami`nin bazı şiirlerinde atlanan husustur. Nizami, "Leyla ve Mecnun" adlı eserinde babasından bahsederken, dedesinin adını "Zeki Muayyed" olarak anmaktadır:

Dedelerin âdeti gereği babam -

Yusif Zeki Muayyed oğlu - hareket ettiyse,

Zamana nasıl itiraz edebilirim?

Bu, zamanın kanunu, zulüm değil ki, neden şikayet edeyim?

Şairin büyükbabası Zeki Muayyed-din, Gence halkının asil sınıfındandı ve hızla gelişen ve sanayileşen Gence ortamında aile ekonomisini geliştirmişti. Aile üyeleri Gence'de fırıncılık ve nakışçılık (altın sırmayla kumaş üzerinde desenler oluşturmak) zanaatıyla uğraşıyordu.

Nizami Gencevi'nin babası, Zeki Muayyed-din'in oğlu Yusuf da Gence'de saygı gören ve sevilen bir kişidir. İranlı âlim Said Nafisi, "Birçok yorumcu, Nizami'nin babasının da Gence'de ikamet ettiğini ve Gence'de doğduğunu doğrulamıştır."- diye yazmıştır. (Mümtaz, Salman. Mirzə Nəsrullah Didə. Bakı: Azərnəşr, 1928, 88 s, Nizami Gəncəvi klassik və müasir tədqiqlərdə. Bakı: Elm və təhsil, 2021, 1028 s.).

Hamid Araslı, Memmed Cafer ve diğer birçok edebiyat bilimciler, Nizami Gencevi'nin babası Yusuf'un sanayi şehri Gence'de ekmek üretimiyle uğraştığını defalarca belirtmiştir. Babası, Nizami Gencevi'nin yetiştirilmesinde ve mükemmel bir eğitim ve öğretim almasına önemli bir rol oynamıştır.

Gelelim Nizami Gencevi'nin annesine... Nizami Gencevi`nin annesi Azerbaycan'da asil bir aileden gelen bir Türk kızıydı. Gence'de doğmuştur. Ne yazık ki, bazı araştırmacılar onun Türk millletine ait olmasını büyük ölçüde çarpıtmışlardır. Şöyle ki,  "Leyla ve Mecnun" eserinin bir yerinde

Kürt kızı anam da bizi terketti,

Bir ana kalbiyle dünyadan gitti.

Ne kadar ağlayıp, yansa da yürek,

Anama bir başka ağlayan gerek"...

dizelerinden yola çıkarak Nizami`nin annesinin kürt olduğunu iddia etmişlerdir. 1980'lerde bazı oryantalistler,  bu kelimenin "gord", yani "yiğit" anlamına geldiğini ileri sürmüşlerdir

İsmet Yüce de yazısında hemen hemen aynı iddiaya değinmektedir, ama çarpıtarak…"Nizami annesinin Kürd olduğunu açıkça belirtmiştir"...

N.Gencevi'nin yarattığı muhteşem eserleri anlamak ve tercüme edebilmek için öncelikle klasik Farsça`yı ve aynı zamanda Türk düşünce tarzını bilmek gerekir. Bu iki kavramın farkında olmayanlar, bu büyük düşünürün yazdıklarını asla anlayamayacaklardır. Orta Çağ'da Farsça`nın yavaş yavaş sadece saraylara değil, aynı zamanda edebiyata ve şiire de girmesiyle Arap alfabesini benimseyen Persler bu alfabede bir dizi değişiklik yaparak bu alfabeyi kendilerine özgü konuşma ve dilbilgisi üslubu haline getirdiler. "G" harfini "K" olarak yazmış olsalar bile, dilsel ve fonolojik düzenlilikleri nedeniyle "g" olarak telaffuz ediyorlardı. Bu olgu, Nizami, Hakanî, Mevlevi ve diğer Türk kökenli şair ve yazarların eserlerinde, ayrıca devlet belgelerinde ve kroniklerde göze çarpmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu tarihinde de arşiv belgelerinde "g" sesinin yerine "k" harfinin kullanıldığı kelimelere rastlamak mümkündür. Gord//gord (گرد) (kahraman, cesur) kelimesi, "g" sesini içeren diğer kelimeler gibi “kaf” harfiyle (کرد) yazılmıştır. Buradan, Nizami'de yazılı olan (کورد) biçiminin "گرد"  olarak okunması gerektiği anlaşılmaktadır. Ancak birçok yazar ve şair, onu yazıldığı gib کورد olarak telaffuz etmiş ve anlam değişikliğini dikkate almadan tercüme etmiştir. Bu gibi durumlarda, öncelikle Nizami'nin eserinde geçen kelimelerin anlam birliği ve metin içi anlamları dikkate alınmalıdır. Aksi takdirde, fonetik kelimeler (eşsesli kelimeler) bu ilkeye göre analiz edilirse, ciddi bir hataya düşülür.

Şimdi yukarıdaki dizeleri dikkate aldığımızda görüyoruz ki, bu kelime "kord" olarak yazıldığında "kurd" olarak telaffuz ediliyorsa, Nizami'nin daha sonra söylediği "(doğal ve gerçek) bir anne gibi yanımda öldü" ifadesinden ne anlaşılabilir? Yani, "Kürt annesi, Nizami'nin yanında bir anne gibi ölmüş"se, burda bir anlam bozukluğu ortaya çıkıyor haliyle?

O zaman Nizami, "Kord (Kürt)" değil, kadim yazı geleneğine göre "Gord" veya "Gurd" (yani cesur, yiğit ve kahraman) demek istemiştir ve buradan hareket edersek, beyitin anlamı öncekinden daha anlaşılır hale geliyor: "Annem, kahraman ve cesur bir kadın reis (aşiret reisi, kabile reisi gibi) olmasına rağmen, doğal olarak bir insan, bir anne gibi yanımda öldü." 

Ünlü Azerbaycanlı Nizami alimi Halil Yusufli`nin yazdıkları da söylediklerimizi kanıtlar niteliktedir: "Nizami zamanında ve birkaç yüzyıl sonrasına kadar, "kord" ve "gord" kelimeleri aynı şekilde, Arapça'da "kaf" harfiyle yazılmıştır. Daha sonraki yazarlar, Nizami'nin bu kelimeyi "kord" ve ya "gord" anlamında değil, "kord", yani Kürtçe olarak yazdığını düşünmüşlerdir. Biz, bu kelimenin Farsça'da "kafi" ile okunmasının daha doğru olduğuna inanıyoruz. Bu şekilde, beytin anlamı daha mantıklı ve şiirseldir. Aksi takdirde, "Annem Kürt'tü, bir anne gibi önümde öldü" sözü mantıksızdır."

Rudaw Türkçe'nın yazarı İsmet Yüce'nin dile getirdiği diğer bir iddia ise ''Kürdlüğünün bir diğer göstergesi ise Kürd dayısı tarafından Kürdî yetiştirilmesidir'' iddiasıdır. Burda genel geçer bir iddiaysa Nizâmî`nin babasının erken ölümü ve onun Kürt anne ve dayısı tarafından yetiştirilmesi hakkında olan iddialardır. Oysa, bu iddiayı Azerbaycan Milli Bilimler Akademisi Nizami Gencevi Edebiyat Enstitüsü Nizami Çalışmaları Bölümü`nün Araştırmacısı, Hürnise Beşirova  Nizâmî`Gencevî`nin “Leyla ve Mecnun” Mesnevîsini yazdığı sırada babasının hayatta olmadığıyla ilgili iddiaları yalanmaktadır. Edebiyat bilimci “Leyla ve Mecnun” mesnevisinin 1189 yılında yazıldığını da hesaba kattığı o zaman şâirin 47 yaşında olduğunu söylüyor ve şunu ekliyor: "Yani şair yaklaşık 50 yaşındayken babası hâlâ hayatta olmuştur. Çünkü şair, eserinde yaşlanmış, gözünün önünde erirken isyan eden babasından bahsediyor. Bu da bize yıllarca dünyaca ünlü oryantalistlerin Nizâmî`nin babasının erken ölümü ve onun Kürt anne ve dayısı tarafından yetiştirilmesi hakkında görüşlerinin tamamen yanlış, efsane, uydurma olduğunu söylemek için bizlere bir neden veriyor. “Annem, Kürt kızı Reise, karşımda bir anne olarak öldü” mısrası Nizâmî Gencevî`ye ait değildir, sonradan “Leyla ve Mecnun” mesnevisine eklenmiştir” kanısı daha doğru bir iddiadır. Zira, Nizami bu şiiri sonsuz aşkla sevdiği babası Yusuf Zeki Mueyyed`e ithaf etmiştir".

Yukarıda ismini zikrettiğimiz önemli Nizami araştırmacılarından Halil Yusufli, “Nizami Hakkında Sekiz Yüz Yılın Kaynakları” başlıklı makalesinde, Molla Abdulnabi Fahrizamani Kazvini'nin “Meyhane” isimli tezkiresinde Nizami'nin anne ve babası hakkında yazdığı nota dikkat çekiyor. Notta şöyle deniliyor: “Ala-Buyen'in hükümdarlığı sırasında bazı engeller nedeniyle (Nizami'nin – e.n) saygıdeğer babası, 400 yıl önce adı geçen şehirden ( İran`ın çoğu bilim insanları  Nizami`nin babasının Kum şehrinden olduğunu iddia ediyorlar - e.n) Arran ülkesinin merkez şehri olan Gence'ye taşındı. Gence'deki hava şartları o hakikat madeninin tabiatına uygun olduğu için TÜRK KIZINI istedi, evlendi ve orada yaşamaya başladı, bu yüzden Şeyh (Nizami - A.N.) Gence'de doğdu”.

Bu nottan anlaşıldığı üzere tezkire yazarı, Nizami'nin babası Yusuf Müeyyid oğlu'nun Kumlu olduğunu ispatlamaya çalışmışsa bile, annesinin Gence'de yaşayan bir Türk olduğundan şüphe duymamıştır. İlginçtir ki, bu tezkiredeki hatalara aldırış etmeyen ve Nizami'nin babasının Kumlu olduğunu iddia edenler, aynı kaynağı kullanarak annesinin Türk olduğunu da yazmamaktadırlar.   

Büyük bir çelişki değil mi sizce bu?! Öte yandan, Nizami hemen hemen bütün eserlerinde

"Almaz Türklüğümü Habeş ülkesi,

Olmuş hoş dovğadan (dovğa - yoğurt aşı) mahrum”

cümlesini yazarak, "Türk yiğittir", "Türk zekidir", "Türk adaletlidir" şiarlarıyla Türkleri övmektedir ki, bu da Nizami`nin “Kürt” olduğunu iddia edenler için oldukça garip bir durumdur. Zira, durum İsmet Yüce`nin söylediği gibiyse, o zaman Nizami`nin Kürtlerden daha büyük bir sevgiyle bahsetmesi gerekirdi.

Türk edebiyat bilimci Şahamettin Kuzucular Nizami'nin Türk asıllı olduğunu savunur, ama şairin "Husrev ve Şirin" adlı eserini günümüz Türkçesine çeviren Sabri Selsebil`in çevirisinin önsözünde Türkiye’deki teamüle uyarak Nizami'nin Türk asıllı olduğunu belirtmeye cesaret edemediğini, Türkçe ve günümüz alfabesine "gord, gurd, hatta kurt" olarak çevrilebilecek bir kelimeden dolayı annesinin de Kürt kökenli olduğunu belirttiğini vurguluyor.    

İsmet Yüce’nin bir iddiasıysa ‘’Doğduğu şehir Ganja–Gence, Med/Kürd dilinde “hazine” anlamına gelmektedir. Ganja, Orta Çağ’da Şeddadîlerle (951–1200) birlikte, Azerbaycan hanedanı Rawandîler’in (9. yy.–1207) başkentiydi.’’ iddiasıdır ki, bu iddialarla ilgili de bazı şüpheler hala mevcuttur. Şöyle ki, uzmanlara göre günümüzde Şeddadiler devletinin adı Azerbaycan, Türkiye, Rusya ve diğer bazı ülkelerin tarih kitaplarında ciddi hatalarla anılmaktadır.

Peki, bu Şeddadiler ismini bilimsel dolaşıma kim soktu ve Kürtlerle kim ilişkilendirdi?

Şeddadileri ‘‘Kürt’’ olarak tanımlayan tarih bilimciler, İbn Kuteybe'nin "Kitab-ül Ma'arif", Yakut el-Hamevi'nin "Mucemu'l Buldan", İbn Hallika'nın "Vevayat-ül Ayan" ve Şerefhan Bidlisî'nin "Şerefname"sini kaynak olarak gösteriyorlar. Ancak, bunların ciddi şekilde çarpıtıldığını kabul etmezler. Başka kaynaklara bakmadan, Azerbaycan'ın en eski kabilelerinden olan Şadlılar’ı Şeddadiler olarak tanımlarlar. Özellikle İngiliz-Rus oryantalist Vladimir Minorsky, Şeddadilerin, çağımızdan önce burada yaşayan Kürtlerin ataları olduğunu iddia ediyor. Fakat uzmanlar onun bu fikirleri, yazılı kaynaklar ve taş anıtlar bir yana, ciddi bir kaynak göstermeden ortaya atmasını bölgedeki Türk kimliğini yok etmeye hizmet etmekten başka bir şey olmadığını söylüyorlar.

Öncelikle, Şadlı aşiretinin Batı Azerbaycan ve Nahçıvan topraklarında yaşadığını ve Hazar Kağanlığı döneminde bu büyük devlete bağlı olduklarını belirtmemiz gerekiyor. Türk soylu olan bu aşiret, Hazar Kağan'ının en büyük oğluna ve Kağanlık adayı olan veliahtlara hizmet etmekle mükellef olmuşlardır. Arap saldırılarına kadar burası Şadlı topraklarıydı. Arapların gelişinden sonra, onlarla birlikte olan tarihçilerin kayıtlarında, bazı Arapça yazılı kaynaklarda "Şad’ın ülkesi" olarak kaydedilmiştir.

Türk araştırmacı Profesör Veli Saltık şöyle yazıyor: "935 yılında, Araz ve Kura nehirleri arasında, antik çağda "Antopatan", daha sonra "Aran" olarak adlandırılan coğrafi bölgenin kuzeyinde bir devlet kuran Şadlı aşireti, 951-1064 yılları arasında hüküm sürdükleri, 1174 yılına kadar devam eden bir devlet kurdular" (Bkz. Saltık Veli. Sadiler ve Kockiriler. Kuloğlu Matbaacılık, Ankara 2011).

Şadlılar, Horasan bölgesinde, Türkiye'de ve ya Suriye'de yaşadıkları yerlere ve köylere Şadlı adını verdiler. Daha sonra, Araplar, Şadlı aşiretinin kurucusu Saad’ın Arap kökenli ve İmam Hasan'ın soyundan geldiğini iddia etmeğe başladılar. İran kaynakları da bunu yazdı ve ne yazık ki Osmanlı tarihçileri de buna inandılar. Urartu çalışmaları alanında Azerbaycan tarih biliminde ilk kapsamlı araştırmaları yapan ilk araştırmacı olan Ramin Alizade olayı şöyle özetliyor: "Tarihe baktığımızda, Arap istilasından sonra bölgedeki birçok yerin Araplar tarafından yönetildiğini görüyoruz, ancak Saad isimli birisinin bu bölgedeki yöneticilerden biri olduğuna dair gerek yazılı kaynaklarda, gerekse de nümizmatik materyallerde hiçbir bulguya rastlamak mümkün değildir."

Bu isimler daha sonra biraz çarpıtılmış olsa da, "Şidli", "Şadlı", "Şatırlı", "Şaddadi" adlarını korudular. Arkeolojik anıtları, yazılı kaynakları veya nümizmatik materyalleri incelerken, genellikle Şaddad yerine "Şadlı" kelimesiyle karşılaşırız. Şeddadis, "Şadlı" kelimesinin dilbilimsel üslubundan kaynaklanan bir isimdir. Orijinal metinde Şadlı Devleti, Rus-Osmanlı-Fars dilinde "Şaddadi" olarak yazılmıştır; belki de bu, Şadlı kabilesinin kadim soyunu tarihten silmek için kasıtlı olarak yapılmıştır.

"Şadlı" kelimesi Arapçada "Şadd" olarak telaffuz edilir ve "ad//at", Arapçada başka dillerden ödünç alınan kelimelere eklenen bir çoğul ekinden başka bir şey değildir. (Bkz. Menda Beilu. M. 1975, s. 49). (kaynak )

Sonda bir hususu belirtelim... Hadi diyelim ki, Şeddadiler Kürt aşiretiydi ve Şeddadiler de bir Kürt devletiydi. Ama bu kesinlikle o devletin sınırları içinde yaşayan herkesin Kürt olduğu anlamına gelmemektedir. Zira, öyle olmuş olsaydı, Azerbaycan bağımsızlığı için mücadele eden, "Yıldırım" gizli örgütünün kurucusu şair Gülhüseyn Hüseynoğlu`nun da o zaman Rus sayılması gerekiyordu. Ya da yaşamı boyunca Azerbaycan`ın bağımsızlığı için mücadele etmiş diğer bir şair Bahtiyar Vahapzade de bu mantıkla Rus sayılmalıdır.

İsmet Yüce'nin mantığıyla Irak Kürtlerinin edebi kişiliklerinden Hüseyin Mukriyani, şair yazarlar Eskere Boyik, Şerko Bekes gibi isimlerin bir yüz yıl sonra Arap olarak tanımlanması gerekiyor.

Ya da aynı mantıkla İran'ın şu anki Cumhurbaşkanı milliyetçe Azerbaycan Türkü olan Mesut Pezeşkiyan'ı göz önünde bulundurursak, yarın öbür gün onun da İran kaynaklarında  Fars olarak nitelendirilmesi gerekecek. Bu durumsa oldukça absürt ve gerçeklerle yakından uzaktan ilgisi olmayan bir durumdur.

Bu da oldukça saçma bir mantıktır. Yani, Nizami Gencevi asil bir Azerbaycan Türk şairidir.

Görüldüğü üzere, İsmet Yüce’nin bir iddiasının hiçbir dayanağı yoktur.

Nizami Gencevi'nin soyağacı hakkında kaynaklarda çok az bilginin bulunduğunu ve şairin kendisi hakkında yazdıklarının ne yazık ki, ciddi şekilde çarpıtıldığını belirtmemiz gerekmektedir. Ancak uzmanlar araştırmacıyı gerçeğe götürecek birçok olgunun varlığı konusunda hemfikirler. Örneğin, birçok araştırmacı, 11. ve 12. yüzyıllarda Azerbaycan Atabeylerinin merkezi olan Gence'nin nüfusunun Türklerden oluştuğunu kaynaklara dayanarak doğruluyor. İranlı âlim Barat Zencani'nin "Gence halkının dili Türkçeyse ve Nizami`nin de Türkçe şiirler yazması konusunda hiçbir şüpheye yer olmamalıdır"-diye yazması tesadüf değildir.

Selçuklu Sultanı I. Melikşah, oğlu Muhammed Tepar'ı Gence hükümdarı olarak atadığında, kendileri medrese eğitimi almış yerel Türk nüfusunun okuryazarlığından ve gücünden devlet yönetiminde tam olarak yararlanmaya çalışmıştır. Din adamları, vaizler, şah danışmanları, katipler, saray muhafızları ve diğer hizmetliler, güvenilir teminatlar temelinde yerel halk arasından seçilip görevlendiriliyordu.

Ayrıca, Nizami Gencevi döneminde, Muhammed Cihan Pehlivan ve Kızıl Arslan dönemlerinde, hem Gence hem de Nahçıvan'daki Atabey saraylarında çalışan ileri gelenlerin çoğunun, halka yakın, eğitimli Türk kökenli kişiler arasından seçildiğini de belirtmek zorundayız. Tezkireler, Azerbaycan'ın çeşitli şehirlerinden gelen ünlü vezirlerin, saray eğitmenlerinin, doktorların, öğretmenlerin ve diğer kişilerin saraydaki hizmetleri hakkında zengin bilgiler içermektedir. (kaynak)

Ayrıca, İsmet Yüce`nin söylediklerini tamamen inkar eden, Nizami'nin dini ve sosyal görüşlerinin, aynı zamanda etnik kimliğinin Azerbaycan ile bağlantısını ortaya koyan yazarlardan birisi de Edinburgh Üniversitesi Arap ve İslam Araştırmaları Bölümü öğretim üyesi, Wolfson Koleji öğretim üyesi ve Doğu edebiyatı çalışmaları ile eski el yazmalarının çevirisi üzerine birçok değerli eserin yazarı olan M.V. Macdonalddır ki, o, Nizami'den bahsetmeden önce, yaşadığı çevrenin ayrıntılı bir resmini çiziyor ve ardından şairin edebi mirasına değiniyor. Bu arada, çalıştığı İngiliz Fars Araştırmaları Enstitüsü, İran çalışmaları alanında hâlâ dünyanın en etkili enstitülerinden biri olarak kabul edilmektedir. Azerbaycan edebiyatının ilk büyük isminin Katran Tebrizi olduğunu vurgulayan McDonald, şairin hayatının büyük bir kısmını Tebriz'de geçirmesine rağmen, yaratıcı çalışmalarına Gence'de başladığını ve Nasır Hüsrev'in onun hakkındaki notlarına odaklandığını belirtiyor.

Bazı bilim adamlarının, özellikle de Rus oryantalistlerinin o dönemdeki Gence'yi bir Fars şehri olarak sunmasının aksine MacDonald Katran Tebrizi`nin Farsça`yı pek bilmemesini yazıyor: “Azerbaycan edebiyatının ilk büyük ismi Katran’dır. Nasır Hüsrev de notlarında bundan bahsetmiştir. Hayatının büyük bir kısmını Tebriz’de geçirmiş olmasına rağmen, kariyerine Gence’de başlamış ve muhtemelen sonunda oraya dönmüştür. Genceli Ebu Ulâ, Felaki (Şamahıli), Şirvanlı İzzeddin ve onun yolunu izleyen Hakani Şirvani gibi isimler de Gencelidir. Bunlara Gence’de doğmuş olan Mehseti Gencevi`nin adını da eklersek, Azerbaycan şiir ortamının tamamen Gence’de yeşerdiğini görürüz. Bu gerçeği göz önünde bulundurarak, Nizami’nin yaratıcılığının selefleri ve çağdaşlarının yaratıcılığıyla nerede örtüştüğünü ve onlardan nerede farklılaştığını görmek için mirasını dikkatlice incelemeliyiz”.

McDonald ayrıca, Nizami öncesi dönemde Farsçanın Azerbaycan'da hiç yaygın olmadığını ve dolayısıyla Azerbaycan'ın tarihsel olarak Farsça konuşulan bir ülke olmadığını şu şekilde kanıtlamıştır: "Nasır Hüsrev, Tebrizli Katran hakkında iyi şiirler yazdığını, ancak Farsçayı çok iyi bilmediğini söyler. Zaten Farsça, Azerbaycan'ın dili değildi. El-Makdusi, yalnızca Erdebil eyaletinde 70 dilin konuşulduğunu hatırlatır. Bu gerçekler, İran'ın batı bölgelerinde Fars edebiyatının yayılmasını yavaşlattı, ancak Nizami döneminde bu engeller çoktan aşılmıştı. Azerbaycan`da yerel bağımsız ve yarı bağımsız hanedanların ortaya çıkışı, Farsça yazılan saray şiirine olan talebi artırdı".

Kısacası durumu özetleyecek olursak, McDonald, Nizami'den bahsederken iki ölçüt kullanmaktadır: Onu dil bilimsel açıdan bir Fars şairi ve ulusal-coğrafya açısından bir Azerbaycan şairi olarak değerlendiriyor.     

Aynı zamanda, 22 Eylül 1947'de, SSCB Yazarlar Birliği Başkanı Nikolay Tihonov'un “Pravda” gazetesinde yayınlanan makalesi (Тихонов, Николай. Великий Азербайджанский поэт / Н. Тихонов // Низами / Е. Э. Бертельс; ред. Ф. Касимзаде.- М., 1947.- С. 3-13.) de İsmet Yüce`nin söylediklerini yalanlamaktadır. Tihonov makalesinde Nizami'nin Farsça eserler yazdığını, fakat bu olgunun Nizami`nin bir Azerbaycan şairi olmasını asla değiştiremeyeceğini dile getirmekteydi: "Nizami'nin Farsça yazdığı açıktır. Azerbaycan halkının düşmanı olan burjuva tarihçilerin, İran milliyetçilerinin Nizami'yi bir Fars şairi olarak tanımlamaları ve Azerbaycan'la hiçbir bağının olmadığını söylemeleri ilk kez olmuyor, ancak bu utanmaz yalanla kimseyi kandıramazlar."

Ayrıca, Yevgeni Bertels tarafından hazırlanan Büyük Sovyet Ansiklopedisi, 1939'da Nizami'yi bir Azerbaycan şairi olarak sunmuş ve 1940'tan sonra tüm Sovyet akademisyenleri Nizami'nin Azerbaycanlı olduğunu kabul etmiştir.

Ünlü oryantalist Yevgeni Bertels'in "Büyük Azerbaycan Şairi Nizami" adlı eseri, "Türk Edebiyatı" dergisinin genel yayın yönetmeni ve çeviri alanında geniş deneyime sahip Dr. İmdat Avşar tarafından Türkçeye çevrilmiştir.

Yevgeni Bertels

Eser yazarın Nizami çalışmaları ve şair-düşünürün yaratıcılığıyla ilgilenen geniş kitleye büyük bir hizmet olarak değerlendirilmelidir. Kitapta ünlü oryantalist Yevgeni Bertels Ali Şir Nevai, Nizami Gencevi, Abdurahman Cami, Sadi Şirazi, Firdevsi ve diğer önemli şahsiyetlerin yaratıcı çalışmalarını incelemektedir.

Görüldüğü üzere:

- Rudaw Türkçe’den İsmet Yüce’nin Nizami’yi ‘’bir Kürt şairi’’ olarak tanımlaması, tamamen asılsızdır ve hiçbir bilimsel veriye dayanmamaktadır,

- Konuyla alakalı iddialar Nizami Gencevi’nin kendi eserlerinde yalanmaktadır ve bu husus zaman zaman şairi araştıran bilim insanları tarafından dile getirilmiştir,

- Nizami’nin etnik kimliğiyle ilgili çarpıtmalar genel olarak İran araştırmacılarının ve onların düşüncelerini paylaşan İrani kavimlerine ait yazarlar tarafından yapılmıştır. Oysa, Nizami sürekli olarak Türk’ün büyüklüğünden bahsetmiş, Türk’ü övmüştür.  

Benzer Makaleler: