Paşinyan muhalifleri ve ordu, Türkiye ve Azerbaycan’a çok daha düşman bir konumda. Hatta Paşinyan’ı Türkiye ve Azerbaycan’a teslim olmakla suçluyorlar. Paşinyan’a karşı olan öncü güçler, Erivan sokaklarındaki eylemleri örgütleyenler, Paşinyan ve taraftarlarını “Türk faresi”, Türk p.çi” olarak niteliyorlar. Ermenistan polisi, geçtiğimiz Eylül ayında başbakanın fotoğrafının altına yorum yapan Nikol Paşinyan'a hakaret eden bir Facebook kullanıcısına ceza davası açtı.

Polis, zanlının Ermeni Ceza Kanunu'nun 137.1. maddesini ihlal ettiğini belirtti: “Bir kişiye kamu faaliyetleri nedeniyle ciddi hakaret. Dava, yaralandığı iddia edilen tarafın şikayeti olmadan başlatıldı."

Eylül ayının başlarında, yerel basında polisin, Facebook'ta Paşinyan'a saldırgan bir yorum yazdığı iddia edilen Hrant Avetisyan adlı bir sosyal medya kullanıcısını aradığı belirtilmişti. Ayrıca, Ermeni medyasında yer alan haberlere göre, “Alternatif Belediye” girişiminin kurucularından ve Erivan İhtiyarlar Meclisi eski üyesi Sona Agekyan hakkında üç ceza davası açıldı. Bir ila üç ay hapis cezasıyla karşı karşıya olan Agekyan da Ermenistan Ceza Kanunu'nun  137.1 maddesi uyarınca, sosyal medyada Nikol Paşinyan’a ‘‘Türk’’ dediği için devlet yetkilisine ağır hakaret etmekle suçlanıyor. Ön soruşturma tamamlandı ve Agekyan yakında yargılanmayı bekliyor.

Agikyan basına verdiği demeçte “İddianamede, bu şahsın Facebook'ta kendisine Türk dediğim için itibarının rencide edildiğini gösteriyor. Hala aynı düşüncedeyim ve asla söylediklerimin de arkasındayım. Aynı sözleri mahkemede de tekrarlayacağım.” - dedi.

Yerel medya koalisyonları bu tür ceza davalarını "ifade özgürlüğü üzerinde kabul edilemez kısıtlamalar" olarak kınarken, Amerikan sivil toplum kuruluşu freedom house' nin Avrupa ve Avrasya programları direktörü Mark Berendt, değişikliklerin "ifade özgürlüğünü engelleyeceğini ve ülkedeki medyanın finansal varlığını tehdit edeceğini" söyledi. (Kaynak)

Faktyoxla Lab. ‘‘Türk’’ sözünün Ermenistan’da neden hakaret olarak algılandığını araştırdı.

Öncelikle, günümüz dünyasında ırkçı söylevlerin kabuledilemez bir durum olmasıyla konumuza bir giriş yapalım. 2. Dünya Savaşı’nda yaşananlar ve savaş sonrası ırkçılığın kabul edilemez bir fikir olarak kesin bir biçimde mahkum edilmiş olmasına rağmen, ırkçılığın güncel biçimleri dünyanın her yerinde sıradan bir pratik olarak karşımıza çıkıyor. Irkçı görüşler, söylemler, tutumlar, eylemler ya da politikalar gündelik hayatın her alanını kuşatmış durumda ancak ırkçılıkla mücadele problemin büyüklüğü ile orantılı değil. Uluslararası insan hakları sözleşmelerinde ırkçılığın önlenmesi konusundaki temel yükümlülüklere rağmen etnik ve dini azınlıklar, göçmenler ve benzer birçok grup ırkçı ayrımcılığın mağduru olamaya devam ediyor.

Günümüz dünyasında ırkçılığı yeniden çerçeveleyen ve bunu topluma sunduğu “makul” gerekçelerle görünmez kılan iktidar/ırkçılık ilişkisinin sonucu olan bu durum, sadece bireysel önyargılardan kaynaklamaz, sosyal, kültürel ve ekonomik gerekçelerle perdelenir, hukuk rejimi tarafından da görmezden gelinir. Irkçılığın yarattığı eşitsizliği, her durumda sadece ekonomik ya da sosyal bir olgu olarak göstermek, istisna olumlu örnekleri fırsat eşitliği olarak ilan etmek, yasa önünde eşit tanınma ilkesini sıkça hatırlatmak, ırkçılığa karşı mücadeleyi ceza hukuku alanına hapsetmek ve ırkçılığının sorumluluğunu üstlenmemek inkâr politikasının ilan edilmemiş devletlerarası bir yasasıdır. (Kaynak

Ermenistan’da Paşinyan’a kadar da ‘’Türk’’ söylemi her zaman bir aşağılayıcı söylem, hakaret olarak algılanmıştır. Her zaman Türkiye’ye ve Azerbaycan’a karşı Türk kavramı üzerinden hakaretler savuran Ermeniler gerek Azerbaycan’da, gerekse de Anadolu’da yaptıkları soykırımlar, işledikleri suçlarla zaten Türk halkına karşı nasıl bir nefret içinde olduklarını zaten göstermiş ve kanıtlamışlardır. Defalarca bölgedeki Türkleri göçe zorlamış ve Kafkasya’da istikrarın bozulmasına neden olmuşlardır. Örneğin, 1960'ların ortalarında Ermenistan'da Türk karşıtı, Azerbaycan karşıtı propaganda yeniden başlatılmış ve 1965'in Şubat ayında yüz binlerce Azerbaycan Türkü sivilin katledilmesine öncülük eden Andranik Ozanya'nın doğumunun 100. yılı vesilesiyle Ermenistan'da törenler düzenlenmiştir. 24 Nisan 1965'te Moskova'nın rızasıyla Erivan, sözde "büyük katliam"ın (o dönemde "Ermeni soykırımı" yerine "Ermeni katliamı" terimi kullanılıyordu) 50. yıl dönümünü kutlamıştı. O dönemde Ermenistan'da izlenen ulusal ayrımcılık politikası sonucunda Erivan ve çevresinden yüzlerce aile Azerbaycan'a taşınmak zorunda kalmıştı. 24 Nisan 1983'te Ermeniler, "soykırım" günü bahanesiyle Zengibasar bölgesinin merkezi olan Uluhanlı'da Azerbaycan Türklerinin yaşadığı evlere baskın düzenleyerek yerleşimdeki mezarlıkta bulunan mezar taşlarını tahrip etmişlerdi. Savunmasız nüfus Türkiye sınırına sığınmak zorunda kalmıştı.(Kaynak

Bu Türk düşmanlığının Ermenistan’da ta Sovyet döneminde vuku bulmuş olaylarından sadece bir tanesi. Konuyla alakalı devamlı yazılar yazan Türkiye’nin önemli düşünce kuruluşlarından olan ANKASAM’ın Avrasya Masası Başkanı DrDinmuhammed Ametbek’e göre, Ermenistan’ın geçmişi ülkeyi hapsetmiş durumdadır. Başka bir ifadeyle, ulusun geçmişi ülkenin geleceğini rehin almıştır. Ametbek Paşinyan’ı iktidara getiren halk tabanı ülkede bir şeylerin doğru gitmediğinin farkında olduğunu, hatta komşularla yaşanan sorunların aşılması gerektiğinin de bilincinde olduğunu belirtiyor: ‘‘Ancak halk, aynı şekilde hem ulusal hem uluslararası düzeyde oluşmuş Türk düşmanlığı algısını yıkmanın kolay olmadığının farkındadır. Başbakan, şu aşamada yaptığı açıklamalarda, Karabağ klanı tarafından oluşturulan ve Ermeni kamuoyu tarafından içselleştirilen söylemlerin dışına çıkmamaktadır.’’ (Kaynak)

İki sene önce Ermenistan'a giden ünlü Türk youtuber Ruhi Cenet Ermenistan'da yaşadıklarını dakikası dakikasına görüntüledi. Ermenistan kolluk kuvvetlerince ve istihbarat birimlerince sıkı bir sorguya çekilen Cenet'in üzerinden Türk pasaportu çıkınca kolluk kuvvetleri ve istihbarat elemanları ciddi ciddi rahatsız oldular. Daha ilk dakikalardan ırksal ayrımcılıkla karşılaşan youtuber Erivan sokaklarının da nabzını yakaladı. Yaptığı sokak röportajları aslında Ermeni toplumunun nasıl bir ruh hali içinde olduğunu gösteriyordu. "Sizler bizi çoluk çocuk, genç, ihtiyar demeden katlettiniz, hem de vahşi bir hayvan gibi" diye haykıran kirli sakallı bir Ermeni erkek te aynı şeyleri geveliyordu, örneğin Hocalı sorulduğunda o olay farklı diyen Ermeni'nin yüzünden de Türk'e karşı aynı nefreti okumamız mümkündü. Videonun başından sonuna kadar izlediğinde, bir nefret abidesiyle karşı karşıya kalıyorsunuz, zira Türk'e karşı duydukları nefret onların öyle kanına işlemiş ki, resimlerden görüleceği üzere, hatta şehirlerinde çöp atıklarının toplandığı konteynerlerin üzerine bile Türkiye ve Azerbaycan bayrakları çizmişlerdir.

Bu nefretin nerden kaynaklandığını düşündükçe şunu görüyorsunuz: bu nefret Ermenilere ta çocukluklarından empoze edilmeğe başlanıyor. Ankara Üniversitesi Öğretim üyesi Prof.Dr. Yıldız Deveci Bozkurt’un Ermenistan’daki ders kitaplarını ele alarak yaptığı araştırmalardan da görüldüğü üzere, bu ülkede okutulan tarih kitaplarında Türkler Ermeni çocuklarına birer barbar, vahşi, düşman olarak takdim edilmektedir.

On dokuzuncu yüzyıl öncesi Türk/Osmanlı imgeleri ile on dokuzuncu yüzyıl Türk/Osmanlı imgeleri arasında çok fazla farklılığın olmadığı söylenebilir. Bu çerçevede on birinci sınıf tarih ders kitabında özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun klasik döneminde Türk-Ermeni ilişkilerine ait pasajlarda Türk imgesinin “istilacı, işgalci, baskıncı, saldırgan” gibi sıfatlarla bir arada kullanıldığı görülmektedir (11. Sınıf, 2010, s.12).

Ermeni tarih ders kitaplarında Türk askerleri için kullanılan imgelere karşılık Ermeni askerleri için “savaşçı” ve “kahraman” imgesinin ön plana çıkarıldığı ve bu kahramanlığın Türklerle mücadeleye dâhil olan üçüncü ülkeler tarafından da takdir edildiği görülmektedir (11. Sınıf, 2010, s.12).

Ermeni tarih ders kitaplarında Türklerle yapılan savaşlarda Ermeniler için kullanılan imgelerin genel olarak Türkler için kullanılan imgelerin tam tersi içerikte olduğu görülmektedir. Bu çerçevede “Erivan’ın Kahramanca Savunması” (Երևանի Հերոսական Պաշտպանությունը – Yerevani Herosakan Paştpanutyunı) başlıklı bölümde konunun başlığında bile verilen mücadele için kullanılan հերոսական (herosakan), yani “kahramanlık” kelimesi bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Kahramanlık imgesi bu bölümde daha da detaylandırılarak, bu kez Türkler ve Türk ordusu için doğrudan “düşman” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir (11. Sınıf, 2010, s.12).   

Milat gazetesinin yazarı Ali İhsan Gülcü haklı olarak Ermenilerin Türk düşmanlığını şöyle dile getiriyor: ‘’Ermenistan hala Doğu Anadolu Bölgesi’nde hak iddia etmektedir. Buraları Batı toprakları olarak nitelendiren Ermeniler zaman zaman bu fikirlerini de saklama gereği duymuyor. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan 2011 yılımın Temmuz ayında Ermeni dili ve edebiyatı yarışmasında öğrencilerden birinin “Batı topraklarımızı Ağrı Dağı ile birlikte geri alabilecek miyiz?” sorusuna şu cevabı vermişti: “Karabağ’ı biz aldık, Ağrı’yı size bıraktık.”

Ermenilerin sadece Azerbaycan topraklarında değil, Türkiye topraklarında da gözleri ve emelleri var. Bu emellerinden vazgeçmek yerine Sultan II. Abdülhamid Han’a bombalı suikast düzenlemeye kadar varan düşmanlıklarını hala devam ettiriyorlar. Ermeni devlet armasının tanımlandığı anayasalarının 13. Maddesinde Ağrı Dağı sembolü yer alıyor.

…Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, isteyen Ermeniler bizim topraklarımızda yaşayabilir diyor. Ermeniler aynı hoşgörü ve prensiple hareket etmiyorlar. İşgal ettikleri Türk topraklarında tek bir Türk’ün bile yaşamasına izin vermiyorlar. Onları ya sürüyor veya katlediyorlar. Türklere karşı düşmanlık Ermenilerin iliklerine işlemiş durumda. Sadece Karabağ Türkleri değil, Nahçıvan ile Azerbaycan arasındaki Zengezur Koridoru’da yaşayan Türkler de bugün Azerbaycan’da mülteci hayatı yaşıyor.

Anayasasına bile Türk düşmanlığını işlemiş olan Ermenistan, okullarında çocuklarını Türklere karşı kin ve nefretle yetiştiriyor. Halbuki Sovyetlerden ayrıldıklarında onları ilk tanıyan ülkelerden biri Türkiye’ydi. 1993 yılında Azerbaycan’ın Kelbecer bölgesini işgal edince Türkiye, Ermenistan ile doğrudan ticaretini sonlandırdı. İki ülke arasındaki sınır kapılarını kapattı, kara, hava ve demiryolu bağlantısını kesti.

Türkiye’nin Ermenistan’la sınırlarını kapatması ve ticaretini sıfırlaması Ermenistan ekonomisine büyük darbe oldu. Her ne kadar binlerce Ermeni kaçak olarak Türkiye’de çalışıyor olsa bile Ermeni devletinin düşmanlığı ve iddiaları Ermeni halkını her geçen gün daha da fakirleştiriyor. Türkiye’nin tek taraflı iyi niyetli girişimlerine karşı Ermeniler terör ve düşmanlık politikasından asla taviz vermiyorlar.’’ (Kaynak)

Türk nefreti içinde bocalayan Ermeniler 1965’te başlayan ve yaklaşık yirmi yıl boyunca Türkiye ve Türkleri hedef alan Ermeni terörünün amacı sözde soykırım iddialarını dünyaya duyurmak ve kabul ettirmekti. Yakın döneme Ermeni terör örgütlerinin kanlı eylemleri damgasını vursa dahi Türkiye, 1991’de bağımsızlığını ilan eden Ermenistan’ı iki ay sonra tanımakta sakınca görmedi. Nisan 1991’de Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Volkan Vural, Erivan’ı ziyaret ederek Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan ile görüşerek doğrudan sınır ticaretinin başlatılması, iki ülke arasındaki karayolunun açılması ve havayolu bağlantısının sağlanması gibi hususlarda mutabakata varıldı. Türkiye, Ermenistan’ı kıyısı olmadığı halde Karadeniz Ekonomik İşbirliği’ne kurucu ülke olarak davet etti. Buna karşın bağımsızlık bildirgesinde Türk toprakları “Batı Ermenistan” kabul edildi ve Ermeni meclisi 23 Ağustos 1991’de sözde soykırımın uluslararası alanda kabulü için girişimleri sürdürme kararı aldı. Son olarak Kars Antlaşması tanınmayınca Türkiye, 1992’de iki ülke sınırının tanınması şartıyla diplomatik ilişkiyi kesti. Ermenistan, Azerbaycan topraklarını işgal edince Nisan 1993’te Türk hava sahası Ermenistan’a kapatıldı. Ayrıca 1988’den itibaren Ermeni kamuoyunda "Ermenistan Ermenilerindir", "Ermenistan Türklerden temizlenmeli" sloganlarının dillendirilmesi Karabağ sorununun habercisiydi. Bu ortam sayesinde Ermeni Karabağ komitesi ve Erivan’da kurulan grunk (duma) komiteleri Karabağ’ın merkezi Hankendi'de açıktan faaliyetlere başladı. Ermenistan Yüksek Sovyeti ise aldığı kararla Karabağ’ın Ermenistan’la birleşmesine yeşil ışık yaktı. Azerbaycan karara karşı çıkınca Karabağ hareketinin liderlerinden Rafael Kazaryan yaptığı konuşmada Azerbaycan’ın reddinin bölgeyi Türklerden temizlemek için fırsat verdiğini ve kendilerinin de bunu gerçekleştireceklerini dile getirdi.( Kaynak)

Ermenistan geçen yıl 44 günlük savaşta da Ermeni askerleri ağlayarak sınırdan kaçarken, Dağlık Karabağ'da birçok bölge kurtarılırken asla Türk düşmanlığından geri durmadı. Ermenistan'ın Türk düşmanlığı Erivan’da metronun girişindeki sözde büyük Ermenistan haritası ile de açıkça ortaya konuldu. Metro girişindeki sözde büyük Ermenistan haritası; Doğu Anadolu, Güneydoğu ve Karadeniz'in bir kısmı ile Nahçıvan, Azerbaycan ve Hazar denizi Ermenistan toprağı olarak gösteriyordu.

Söz konusu haritayı eski asker, Güvenlik ve Terör Uzmanı Abdullah Ağar Twitter hesabından paylaşarak, "Erivan metrosunun girişi. Büyük Ermenistan! Doğu Anadolu, Güneydoğu ve Karadeniz'in bir kısmı, Nahçıvan, Azerbaycan ve Hazar gitmiş! Anlıyorsunuz değil mi?" ifadesi ile yayınladı.

2017 yılında Hrant Dink Vakfı 10.Seyahat Fonu yararlanıcısı olarak, Dr.Tirşe Erbaysal Filibeli ve iletişim uzmanı Prof. Dr. Yasemin Giritli İnceoğlu Erivan’a gittiler. Onların Ermeni gazetecilerden Erivan’da faaliyetini sürdüren Media Initiatives Center’da çalışan iki gazetecinin, Anna Barseghyan ve Gegham Vardanyan yaptıkları röportajlar sonucunda geldikleri nokta şöyle: sosyal medyada, özellikle de kanaat önderleri sürekli Türkiye’ye ve Azerbaycan’a sürekli hakaret ediyorlar. Onların kullandıkları ifadeler aşağı yukarı şu şekilde: “Azerbaycanlılar koyun gibi, Türkler düşmanımız, Azeriler ve Türkler aslında aynılar, bir farkları yok”.

“Yaz tatilinizi nasıl olur da Türkiye’de geçirirsiniz? Dövizinizi düşmanlara mı bırakacaksınız?”

“Türkiye’den hiçbir şeyi satın almayın”

Bavul ticareti yapmak için Türkiye’ye gelip Türkiye’den pantolon satın alanlar hakkında anti-propaganda videosu bile yapılmış.

Ancak şöyle de bir durum olduğunu söylüyorlar: “Hiçbir şey üretmiyoruz ve her şeyi Türkiye’den alıyoruz, tuvalet kağıdına kadar.”

Ermenistan’a gelen fazla turist olmadığını belirtirken, özellikle de Nevruz zamanı gelen İranlıların da nefret söyleminden payanı aldığı ve  “Bunlar niye geliyorlar, kokuyorlar” dendiği anlatılıyor.

Ermeni gazeteciler Türkiye özelinde kullanılan hakaretler ya da aşağılamalar hemen hemen şu yönde olduğunu belirtiyorlar: “Ermeni medyası yalnızca Türkiye’de olan kötü şeyleri haberleştiriyor. Özellikle de soykırım konusuna odaklanmış vaziyetteler. Devamlı olarak Türkiye’de demokrasi yok mesajı veriliyor ama Ermenistan’daki durumdan hiç bahsedilmiyor. Türkler bizim düşmanımız. Ermeni şarkısının melodisi Türkçeye benziyor ve Türkiye’de de çok popüler diye Türkler sevdiği için mutlu olmamız mı lazım?”

Önyargı kalıplarına dair birkaç deyiş de örnek veriliyor: “Türk Türktür, onlara güvenilmez.’’, ‘‘Sen Türk müsün?’’, ‘’Türk bile bunu yapmaz.’’

…Sonuç olarak, homojen bir toplum oldukları için çok kültürlülük ve çeşitliliğe gereksinimleri oldukları ancak bu şekilde bu önyargıları kırabilecekleri konusunda her iki gazeteci de hemfikir. Gegham tüm bunun bir eğitim sorunundan kaynaklandığını, eğitimin devlet politikası olarak benimsenmesi gerektiğini, medyanın ön yargıları ve kalıp yargıları yeniden üretmemesinin önemini, en sık olarak rastlanan “Ermeniler en iyi ulus, Tanrı dünyada en iyi ulus olarak bizi seçti” tarzı klişelerin terk edilmesinin bir zorunluluk olduğunu vurguluyor. Bunun bir zaman işi olduğuna inanıyor, bu kuşaktan olmasa da bir sonraki kuşaktan umutlu. Ona göre, bir başka önemli sorun da gazetecilerin ve editörlerin nefret söylemi yaydıklarının farkında bile olmamaları. İletişim Fakültelerinde bunun eğitiminin verilmesi gerektiğini belirtiyor.

Anna Barseghyan ise bu konuda çok umutlu değil. “Yeni kuşak gençler düzeltecek diyorlar ama gerçek şu ki gençler de ailelerine benziyor, armut dibine düşer misali.” 

Daha birkaç gün önce Erkir Tsirani (Kayısı Ülkesi) partisinin genel başkanı Zaruhi Postancyan Ermeni parlamentosunda Ermenilerin nasist yapısını bir kez daha gösterdi.

Hakaret ederek "Türkler" hakkındaki aşağılayıcı sözleri ülke medyasında yayılan Postancyan parlamentoda sınır belirleme ve sınırlandırma tartışmaları sırasında Azerbaycanlılara karşı ırkçı açıklamalar yaptı. Eski milletvekili uluslararası etkinliklerden birinde Azerbaycanlı temsilcilerle oturmayı reddettiğini söyledi. Nedenini ise şöyle açıkladı:

"Oturmak için koridorun önünden geçtiğimde o tarafa gitmemem söylendi. Türkler oturuyor. Ve kötü kokunun nereden geldiğini biliyoruz. Tabii ki, Türklerden geliyordu. Türklerle yaşayanlar evlerinin ne kadar kötü koktuğunu bilirler" dedi. (Kaynak)

Görüldüğü üzere, Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan ‘‘Türk’’ kelimesini kendisine hakaret olarak görüyor ve bunun için de hatta mahkemeye başvurmaktan bile çekinmiyor. Ve bu bir milleti aşağılamaktan,  dünyadaki halkların insanca, barış içinde yaşama hakkını gasp etmekten öte bir şey değildir. Bu Türk’e  Ayrıca, bu davranış

- 1948 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO)

- 1958 tarihli 111 sayılı Ayrımcılık (İş ve Meslek) Sözleşmesi ile Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) iki yıl sonra kabul ettiği Eğitimde Ayrımcılığa Karşı Sözleşme’nin

- BM Genel Kurulu tarafından 21 Aralık 1965’te  kabul edilen Irksal Ayrımcılığın Bütün Biçimleriyle Sona Erdirilmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin maddelerinin açıkça ihlal edilmesidir.